21 Mayıs 2009 Perşembe

Dostlara...

1.
Ne zaman seni ansam,
içli bir türkü sızlatır bamtelimi.

Ne zaman bir türkünün peşine takılsam
yalınayak,
sana çıkar yolum.

Ne zaman ah etse sol yanım,
adın düşer dilime.

Ne zaman
kah çay buğusunda,
kah şarap kızılında kavuştursak
sesimizi, sözümüzü...

Ben...
O zaman
BEN olurum!


2.
Yanan mum alevi gibi tükenirken gece,
kaç mısrayı mühürledik geceye?

Kimbilir kaç dizeyi dize getirdik de;
kalemimiz yüreğimiz dize gelmedi
geldi dile!

Ey Gece!...


Gece karalarına bürünmüş karşımda. Yalnızlıkla, hüzünle çıkagelmiş kol kola. Gece, ben ve hüznüm koyun koyunayız bugün.

Yalnızlığım aynadaki kederli suratla dertleşmekte. Hüznüm, çoktan solmuş bir takvim yaprağında kalmış anılarda gizli.

Gece, ağıtlar döküyor benim için.

Gökyüzü, ağlıyor omuzlarımda.


Ey gece!...


Yine zifiri karanlığında eyleşmektesin yüreğimle!

Beni bana bırak!..
Beni bana bırak!..



Zamanın atlısı yolunda dört nala!

Gecenin aymaz karasından, gün dönümünün aydınlığına...

Açılıyor işte sessizliğin perdesi. Sarınıyorum bedenime zırh gibi sessizliği. Solgun takvim yaprağını kapı dışarı etme vakti.


Ey gece!...

Acısına rağmen terkedilemeyen sevgili!

Bil ki, bu gün dönümü ile aldattım seni.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yüzünü Dökme Küçük kız...( Kardeşime...)

Yolunu kaybetmiş bir küçük yaprak düştü avuçlarıma.

" Solup gideceğim. Rüzgara kanışım ölümümdür!" diyen bir küçük yaprak...


Narin kıvrımları incinmesin diye ellerimden bir an olsun indirmedim. Baktım uzun uzun, ta ki hikayesini fısıldayana dek kulağıma.


Düşüşünü(mü) anlattı bana. Kabuk tutmaz sandığı acısını(mı) anlattı.
Gözyaşlarını görmüyorum sandı, oysa ellerim ıpıslaktı. Ve gözbebeğimin ucunda bir yağmur damlası...


Dinledim onu. Dinledikçe anladım kendi yolculuğumu. Ne kadar bendi anlattıkları. Anlattım ona. Bilerek, anlaması için zamanı olduğunu.


Birinden işittiklerimiz, bir yerde okuduklarımız anca içine düşüp yaşayınca anlam bulurdu. İzi kalmalıydı ki BİZİ oluşturabilsin.


Yalan sevmezdi küçük yaprak, en az benim kadar. O yüzden yalandan masallar anlatmadım ona. Umuda boyalı nice yarınları anlattım.


Kıpırdandı, omuz silkti avuçlarımda.


"Ben rüzgara kandım, kanıp düştüm. Düşüşüm ölümümdür. Benim yarınım yok ki." dedi defalarca. Kiminde mahcup, kiminde öfkeli...


Ona bakıp, gülümsedim.


Kaldırdım avuçlarımdaki küçük yaprağı semaya. Tepemizde dalları salınan ağacı fark etsin istedim. Gövdesine dokundum ağacın.


Bak küçük yaprak... Senin bir ömür kadar sevmeye meyilli yüreğin burda saklı!

Görmüyor musun, köklerin nasıl da tutunmuş toprağa?

Görmüyor musun, dalların rüzgarla bir dans etmeyi öğrenmiş?

Bak küçük yaprak senin özün bu salınan ağaç.

Bak, hemen yanı başındaki ben. Köklerimiz aynı toprakta sarmaş dolaş, görmüyor musun? Aynı yağmurla susuzluğumuzu dindiriyoruz.


Dinle bak, dudağımda senin için bir ıslık...

Yüzünü dökme küçük kız.

Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün,
Unutan sevilmeyi.

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır.

Yüzünü dökme küçük kız.
Kızma onlara.
Yalnız sen misin bir düşün,
Zincir oranda buranda
Her tutsağın bir kaçışı,
Uykunun uyanışı da vardır.

Yüzünü dökme küçük kız.
Yaşamın anlamını bul.
Sonra dinle kendini,
Yolunu bil

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır.


Yüzünü dökme küçük kız... Hüznün aynadaki suretim kadar tanıdık.

Yüzünü dökme küçük kız...

Seni seviyorum...

ABLAN



16 Mayıs Cumartesi / İkindi vakitleri...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Gün ağarmalı

Umutlarım sürgün. Karanlığa köle prangalı düşlerim...

Soluğumu kesiyor gece ayazı. Her solukta yaşamı içime çekmeyi isterim oysa. Her nefes koskoca bir hayat demek.

İçimde bir fırtına kopuyor. Denizle kucaklaşan rüzgar benim! Silip süpürecek fırtınam . Bu defa bir kıyamettir kopacak!...

Derken;...

Deliboran fırtına çekiliyor, sessizliğin sinesine.Avunuyor yüreğim; kapanıp bir çocuğun yaralı ellerine.

Durmuşum umarsız. Durmuşum yolun ortasında. Durmuşum köşe başında hayatımın!

Yazı-tura oyunu mu oynamalı?
Bir adım atmak geleceğe, ya da sonsuz bir kaçış geçmişe.

O sokakların en kuytu köşesine kaçmak! Sol yanımın kuytularına kaçmak!

Oysa kaçtıklarımın bir yanı ben. Kendimden kaçmak, geceye karışmak acıtıyor içimi.

Güneş doğsun istiyorum! Gün ağarmalı ki, yollara vurayım kendimi.

Korkak oyunudur kaçmak!
Yaşamaya cesaret etmişim bir kez, korkmam kimseden!
Kendimden başka...

Bir de şu karabasan geceler olmasa, korkmam senden dünya!...



3 Nisan 2001

1 Mayıs 2009 Cuma

Islık...




Yarım kalan işler (düşler)...


Sebepsiz görünümlü , çoktan seçmeli sebepli dalışlar...



Denilecek çok sözün olduğu yerde, susuşlar...


Sözün bittiği yerde ıslık başlar...

Düşlere tutunup yağdı kar!



Çocukluğumuzun kar yağışlı, bol gülüşlü günlerinde kalmış gözümüz.
Düşlerimiz, düşecek ilk kar tanesini beklemekte. Saklıyoruz ayak değmemiş karlar gibi ak pak umutları, ceplerimizde bir tutam kahkaha ile!

Zaman zaman...



Heybemize ne çok düş sığdırdık çocuk adımlarla çıktığımız yolda.

Yollar tükettik. Düştük. Kanadı dizlerimiz.
Nerde yitirdik düşle dolu heybeyi ?

Yakaladık zamanın halesinden. Zaman herşeyimiz oldu bizden habersiz.
Biz zaman olduk, zaman biz!




YOL...



Kaç yol öyküsü kaldı geride?


Kaç yarım cümlesi saçıldı gidenin?

Kelime kelime...

Harf harf...



Kaçıncı kilometresinde terkedildi,

mahcup ve mağrur umut?



Yol,

ne zaman kucak açtı gelene?

GÜRÜLTÜCÜ yazı

“Tirik Tırak Tirik Tırak olur mu hiç çalışmamak...”☺


İçimde bu komik melodi, muzurca aynı sözü tekrarlıyor plak. Akreple yelkovan bilindik kovalamacada yine. Ve şimdi TİRİK TIRAKLARA saatimin TİK TAKLARI karışıyor.

İçimde bu gülmecenin bestesi, ben keskin bir dönemecin başındayım. Karşımda kaç çalımlık pes edip açılacağı meçhul bir kapı.

Ben yine de çalıyorum kudretim yettiği kadar! Cılız TAKTAKLARIM şimdi daha TOK nidayla sesleniyor kapıya ve kapının ardındakilere:


"Kimse var mı??!!"



** Çevreye vermiş olduğum rahatsızlıktan ötürü rahatsız değilim☺☺

Nisan





Nisanın avucuna koydum,


bir damla gözyaşımı.


Şehir sağanağa tutuldu!




25 Nisan 2009 Cumartesi

30 Nisan 2009 Perşembe

Ayna ayna...




Hepimiz kendi boy aynamıza bakıyoruz. Aynada gördüğümüz yüzü sorguluyoruz.



Yüzünden aynaya yansıyan sıkıntılarını,keşkelerini, öfkelerini farkediyoruz bir bir. Sorgumuz bir ömürlük. Görgü tanığımız lacileri çekmiş gece.



Çözemezsek aynadaki yüzü, kapanmazsa açtığımız sorgu yaraları... Nasıl farkedilir ki aynadaki başka yüzler ? Söyle!...

Güneş yanığı


Duvarlara yansımasın, hiç bir karanlık gecenin üzerime yapışan lekesi. Gölgeleri söğütlerin salınışı süslesin.


Ben güneşi alayım koynuma. Gece karanlığı yerine varsın olsun güneş yanıklarım. Gün doğumu ben olayım...

28 Nisan 2009 Salı

Ters Yüz


Kaçıncı düşünce sızısını susturmakla, azad etmek arası gelgitim.


Kaçıncı damlayla kaçak oldu hangi düş?


Yamalı umutlar kaç kez ters yüz edilir ki?...

Gizli özne


Dilimin esaretinden kurtulup, kağıda dökülmek için fısıldaşan kelimeler... Bir yürek dolusu...


Sevdiğim ezgiler dilimde ıslık,yolumda yoldaş.


Bazen gizli öznem, bazense tek eylemim sevmek...

16 Ocak 2009

27 Nisan 2009 Pazartesi

Körayak...



İçimdeki küçük kırmızı balığın öyküsünün peşine düştüm.

Şimdi körayaklarımla** bir yol türküsü dilimde, yürüyorum. Çıplak adımlar atıyorum, çırılçıplak ruhumla. Adımlarım bir düşe değiyor.
Körayaklarımla bir yol hikayesiyim şimdi...


23.02.2004 Eskişehir
** Tiyatro Anadolu- Kör Ayak oyunu( Yazan: Enis Yıldız)

İçimde karanfiller...


İçimdeki öyle bir özlem ki... Sol yanımın seslenişine özlem... Bir parçam eksik sanki. yarısı ısırılmış bir elma gibi, kararıyor bir yanım.


Yorgunum. Yorgunluğum asırların ötesinden gelen bir yük. İçimde bir yer parça parça. Dört yanı demir parmaklık kalbimin. Kelepçeli bir çocuk... Bakıyor yüzüme suskun.


Bir deniz tutsa ellerimden.Kırılsa kör olası kelepçe! Dipsiz kör zindan yıkılsa! Yıkılsa bir bir duvarlarım!... Yepyeni bir günü gösterse takvim yaprakları.


Sol yanım pır pır etse... İçimde karanfiller, kan kırmızı!


Bir rüya olmasa bu sefer, hiç uyanmasam!



26 Nisan 2002

Yaz Öykünü


Mısralara böl çocuk yüreğini!


Kafiyesiz acılardan,


bahar kokulu aşklara dek yaz.


Susuşların kelimelere dökülsün.


Noktasız cümleler kur.


Susuşların gibi uzun uzun.


Avuçlarında yürek dolusu virgüller...


Yaz çocuk!


Sonsuza uzayıp gitsin öykün...

22 Nisan 2009 Çarşamba

Lal...

Lal dilim,
uyandırıyor geceyi çığlıklarla.
İçimde bir yabancı
konuşuyor umarsızca.


Dışım dingin bir deniz.
Ruhumda gizli bir kıpırtı.
Vakti geldi;
elbet dalgalar vuracak kıyıya .


Mutluluğa beş kala
Hayatı yakaladım sıkıca!
Ruhum boylu boyunca yanıbaşımda .


Kavuştuğunda akreple yelkovan
mutluluğu beş geçe,
durdu zaman!


Yüreğimin atışı, inceden bir keman sesi
Gözlerim yeni umutlara meyilli.


Çözülsün yüreğimdeki lal!


Mutluluk...


Göçüp gitme hayatın kervanında


Bu kez, temelli kal!

İki Sevgili

Ne vakit
toprağın koynuna girse yağmur;
şehir aşk kokar.



Hasretle kucaklaşır iki sevgili.
Toprak, kana kana dindirir özlemini.
Yağmur, usul usul dokunur önce
toprağın ta yüreğine.


Sonra vuslatın coşkusuyla
Sarmalar sevdiğini.
Günün ilk ışıklarıyla
Uyanır yeniden aşk!


Sen...
Ne vakit düşsen içime sevdiğim;
aşk kokar şehrim,
evim,
yüreğim...



Toprağın yağmuruna kavuşması gibi,
İçime kana kana ‘seni’ çekerim.
Aşk olurum yeniden!
Toprağın yağmura aşkı gibi sonsuz...

GİT !...

Ruhumun bilmediğim derinliklerinde
kaypak duygular birikmiş.
Sanki kangren içimin bir yanı.
Arınmalıyım!


İçime düşürdüğün
ilk ses, ilk kelimen
kemirip duruyor zihnimi.
Unutmalıyım!


Kör kuyu gecelerde,
tek tek kara boyalar çalmalıyım cümlelerine.
Yazılmasın.
Okunmasın.
Söylenmesin.
Karıştımasın beni diye.


Gitmelisin!
Gelişin gibi gidişin de ansızın olmalı.


Hakkın yok,
sözlerini bana emanet etmeye.

İçime düştüler, artık benimler diyemem ki!
Dilime düşüremem ki!



Topla sözcüklerini.

Bakışlarını al bakışlarımdan.

Gülüşünün izi kalmasın gülümsememde.

Dilime düşürdüğün şarkılar
peşi sıra gelsin senle.


Hadi...


Dilinde şarkın,

yüreğinde sözlerin...

Düş bana geldiğin yola!

Yağmur kokulu çocuk



Bir deli rüzgar eser,
kulaklarımda sözcükler yankılanır.


Bir yamalı ezgi düşer dilime,
geçmiş zamanlardan kalma.
Çok kez çalınmış, söylenmiş
tanıdık bir ezgi.


Gözlerimde hep aynı çocuk ...
Biraz hüzün
Biraz kahkaha kokan.


Rüzgar yağmur kokar.
Bir sonbahar yağmuru...
Ne güzel yağmura boyanmak!
Islanmış teninde yağmur kokusu, ne güzel!


Ellerimi tutar aynı çocuk .
"Yağmur oluyorum bak!" deyip;
açar kollarını iki yana.


Sokağı kucaklar.

Damlalar gözlerine düşer.
Saçlarına, ellerine düşer.
Yüzünü okşar damlalar.


Işıl ışıl yüzüyle,
gözleri gökyüzünde...
Göğü kucaklar , yağmur kokan çocuk.


"Bak" der.

Gök oldum sonsuz mavi.
Gök oldum, ağladım.
Hüzün kokulu damlalar döktüm usulca.

Sonra şehir oldum
sarmaladı damlalar caddelerimi;
arındım!


Sonra güneş oldum!
Işıl ışıl koynunda bir gökkuşağı gizli.


Yedi renge boyadım bak yüreğimi.
Şimdi, yağmur kokar tenim.

Işıl ışıl koynumda bir gökkuşağı;

‘SEN’ oldum!



Bir deli rüzgar eser,
kulaklarımda sözcükler yankılanır.


Tazecik bir ezgi düşer dilime!
Düş tadında.
Daha hiç söylenmemiş
ve hiç çalınmamış bir ezgi!


Gözlerimde aynı çocuk...
Alacalı bir rüzgarın koynunda,
gökkuşağı yürekli…

Ebe Sobe

İrtifa kaybediyor ruhum
düşüyorum!


Özlüyorum!
Herşeyi...
En çok da kendimi...


Ankara...

Gri binalar...
Renksiz...
İnsanlar...
Yalnız...
Bu kentte firari tüm çocukluklar.


İçimdeki küçük kız
saklambaç oynuyor benimle.

Ne olur ufaklık, sobe!

Boşver havanın kararmasını.
Gel oynayalım aklındaki tüm oyunları


Ne olur ufaklık.
Gitme...

Sayıyorum bak;
Önüm arkam, sağım solum
Saklanmayan ebe sobe!!



Ahh...
Küçük kız...
Sobelesem seni.

Sıkıldım bu saklambaçtan

Hani,
“Elma dersem çık, armut dersem çıkma”
derlerdi.

“Elmaaaaa......”
Duymuyor musun sesimi?

Aşk...

Sözcükler
yetmeyecekler anlatmaya.

Nicedir bu kalp çarpıntısı.

Susuşlarım, bundandır sevgili.
Aşka dalıp susuşlarım...
Sana susayışlarım...

Bak,
yine yetmediler.

Gülüşümün adı!
Susuşumda ‘sen’ varsın!

Suretin yok sevdiğim.

Sen…

Aşksın!

Uçurtma

Aşar yolları yüreğim
uçurtma kanadında.
Görünce seni;
‘pıt’ diye düşüverir avuçlarına!


“Ben geldim” der sana!

Ben...

Yüreğin...


Bedelsiz tüm “seni seviyorum” ’lar,
senin için sevdiğim.
Yalnız
senin için!

Mavi...

Bir mum alevinde yakıp yüreğimi
boyadım ruhumu düşlere.

Ve yüreğim...

Bir martı şimdi!
Alabildiğine özgür
düş mavisi gökyüzünde.

Göğün mavisini
çekmişim üstüme;
bir ‘mavi’ düşlüyorum:

Bir mavi …
Bir mavi ki...

Birikmiş hüzünlerimi
Umuda boyamaya hevesli!

15 Nisan 2009 Çarşamba

Masal

Bol koşturmacalı saklambaç saatlerinde
daimi tentürdiyot acısı çocukluğum.

******


Kaç şafak tükettim?
Bilmem!
Susuyorum avazım çıktığı kadar.

Bir varmış bir yokmuş hayaller.
Evvel bir zaman içinde sıkışıp kalmışım.

Heybemde yamalı umutlarım
Ağzımda bir buruk tad hayat.

Kanatsa da bu yol seni,
Sen yine de inan çocuk !

Sancıyan bir gecenin sabahında
Güneş düşlerine doğacak
herşeye inat!




Kar...

Kar yağıyor anne
Şehir bembeyaz.

Anne...

Örter mi üstünü kar acıların?
Örter mi yalnızlığı?
Ne de çok özledim kokunu .
Bak yanımda
Sana cümleler biriktiren bir küçük kız.

Baksana
kar yağıyor anne!
Ellerim, gözlerim bembeyaz.

Yüreğime kar yağıyor anne.
Yalnızlığımın üzerine yağıyor kar.

Anne…

Kar yağıyor.

Üşüyorum.

Issızım.
Anne…

Benim.
Ben…
Küçük kızın.

Kül...

Yüreğim bir anka kuşu misali,
Küllerinden var eder kendini.
Bile bile yanacağını,
Koşulsuz düşüverir yangının kucağına.

Yanar.

Rüzgarla savrulur.
Küllerinin arasından süzülür yürek
Sol yanıma konuverir sessiz.

Susar.

Ta ki yeni bir yangını görünceye kadar.
Düşünce kor,
ilk atışı çınlar kulağımda,
seslenir yürek!

Suskunluğunu bozar.

Unutur kül olmanın acısını;
İnadına yanar!

Cümleler...

“Ağlamak”’lı cümleler kuruyorum.
Cümleler kuruyorum.
Öznesi ben,
sebebi sen!


Ezbere yaşıyorum hayatı.
Tüm yazdıklarımın anafikri
Yine sen!


Şimdi “sevmek” eylemli
bir cümle içinde
Yaşanıyor hayatım sana itafen!
Ahh...
Ah bir bilsen!

Ayırılığın Seyir Defteri

1.

Yüreğime hergün bir çizik daha atıyorum.
Sensizliğe maphus günlerimde kaçıncı şafak?


Bir takvim yaprağı daha düşüyor yere
ve firari bir damla gözlerimden.


Acılarımı
Aşkımı
Kendimi büyütüyorum
Sensizliğimde.





2.

Ayrılık makamında

yardan armağan bir ezgi tutturmuşum.



Kaçtıkça;
ona koşuyorum!


Nadasa bıraktım sol yanımı.
Yaktım bir ucunu yatağın.


Ellerimi yaktım.
Gözlerimde suretini yaktım alev alev
Türküler yaktım!


Bak görüyor musun?
Şehir ışıl ışıl!
Herkeslerden habersiz
şehri yaktım.



3.


Sözlerin yetmediği yerde başlıyordu aşk.
Söylenecek sözün kalmadığı yerde bitiyordu.

Bizim daha söylenecek sözümüz vardı;
sustuk!

Noktasız cümleler kuruyoruz şimdi,
yarım kalmış öykümüzden ötürü.

Salıncak

Tel örgülerin arasından
Yaşama uzatıyor elini


35 yaşına girmiş bir kız çocuğu.
Çocukluğunun paslı salıncağında kalmış düşleri.
Büyümeye mahkum edilmiş
Bir küçük kız.


35’ine inat birgün
bir hazan sabahı mesala,
koynunda çocuksu kahkahalar
sarılacak salıncaktaki paslı düşlerine!
Muzurca bağıracak o an yüreği
“Sobe hayat! Sobe!”
♣ Fotoğraf 2002 yılında Eskişehirde çekilmiştir.Bir yanını çocuk tutmayı başaran tüm kadınlara...

Susku

Onlar çocuktular.

Büyümekten korktular.
Düşlere sarmaladılar yüreklerini,
düş oldular...



Olmadık zamanlarda ,
Çocukluğumu anımsıyorum.

Tarifsiz bir neşeyle koşarken düşüşümü!

İşte yine kanıyor dizlerim.
Çocukluğumdan düştüm,
büyüyorum.

Olmadık zamanlarda
Olmadık mısralar dökülüyor avuçlarıma

Yalnızlığımın en dem yerinde
tükeniyor kalemim.
Kelimelerim kayıp.
Susuyor, susuyor, susuyorum!

Kanrevan...

Belki de iki bedende gizli
iki güzel düştük!


Her düşüşümüzde
bir düşün izi saklı.
Tüm tutunmalarımzda
ellerimiz kanrevan.



Şimdi şehir
yağmurla yıkanırken;
yeni bir güne uyanmak için


ben ve şehir


geceyle koyun koyuna
güneşe yol alıyoruz!



Bilsek de
kanrevan tutunmalardan geçecek yolumuz,


ben...


şehir...


yağmur ...


ölümüne tutunuyoruz!

HİCAZ

1.

Rüzgara savurdum
Ruhumun küllerini

Azad ettim ruhum seni
Kendimden.

Gir rüzgarın koynuna es!
Es ki;
Arınayım kendimden..


2.

Kendimden firar edişlerimle

geçiyor günlerim

Ben,
beni kaybettim.


Hükümsüzdür!



3.

Hadise yürekte yaşanıyor ve olay mahalini terkedemiyor insan!


♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥ ♥



Sokağa vurdum yalnızlığımı.

Yürüdüm sonunu bilmediğim bir yolda yürür gibi...


Neyi arıyorum?

Belki de kendimi.

Nerdeyim?

Bilmiyorum!...


İnfaz cümlemin başında öylece bekliyorum.

Faili meçhulde değilim üstelik.

Maktul failini bizzat tanıyor.

İlk defada değil üstelik;

aşk bunu her seferinde yapıyor...

Bayram

Güze inat ilkbahar ışıltısı taşıyan gözlerdedir bayram! Dost bildiklerinle yapılan geç vakitli bir öğlen üzeri kahvaltısıdır.


”Dost” diyebilmektir hala içtenlikle. Aynı türküyü mırıldanmaya başlamak, aynı yıldıza bağlı dilekler tutmak, aynı gözyaşı ve aynı kahkahanın rengine boyamaktır yüreğini.

Takvimlerin kırmızı puntolu yazılan günlerinde değildir!


Düşlerini toplayıp saklandığı yerden , yeniden bir güne başlayabildiğin gündür. Ne adı sıla olan şehirlerde, ne dört duvar evlerdedir bayram; yürektedir.

Bir avuç içine sığdırabiliyorsak çocuksu tatları ve sevdiklerimizi; işte o gün bayramdır!

İyi Bayramlar!

22 Haziran 2003 - Eskişehir

Bembeyaz...


Sokak lambası altında,
eşlik ettim dansına kar tanelerinin.


Şimdi ellerim,saçlarım


yüreğim bembeyaz.


Bir düş bıraktı avucuma kar tanesi;
kara öykünen düşüm bembeyaz...

** Lapa lapa düş yağdırdım içime. Gri başkent düş beyazı bir hevesle...


İs karası


Sisli bir Ankara akşamı...


Pencereyi açtığında yüzüne çarpan sert rüzgar... Ayaza kesmiş ihtimallerin şehri.


Aylardan Aralık. Bir aralık hüzün girmiş sol yanıma.
Kışın is karası olur evlerin duvarları der annem. İs karası olmuş içim; kıştan deyip geçiyorum!

11 Nisan 2009 Cumartesi

NİHAVENTHİCAZ AŞK...

♥ Sen hayalkırıklığının başkenti şehrimde adını bilmediğim sevdam. Sen,yanında yıllanmış baharları takın da üzerine gel; gel artık!



♥ Aşkı vuruyor akreple yelkovan.
Çeyrek kalasında değil ta içindeyim aşkın!



♥ Yılın ilk karı kucaklıyor sokakları. Bak, bir mevsime daha birlikte girdik yanyana. Bu mevsimde de içime sen yağıyorsun.



♥ Gözaydınlığımsın ey yar!



♥ Tüm bedelsiz “seni seviyorum” lar sana armağanımdır sevdiğim!



♥ Suyun hayaliyle susuz kalmak değil, kanmadan kana kana içmek istedim ben. Aşka sadık bir aşığım yalnızca, anla beni.



♥ Nedensiz bir şafak beklemekte yüreğim. Nasıl bir sancıdır bu heyhat! Sol yanımı acıtıyor hayat.



♥ Düşüşlerimin kurdelasız armağanları yaralarım... Kağıt kesiği yürek sızım.



♥ Hasretin kıymık sızısı sinemde.



♥ Gidiyorsun. Varsın olsun sevdiğim. Uzağıma düşmeyecek ki yüreğin. Sol yanımda attıkça bu kalp; adının geçtiği her cümleye “Seni seviyorum” ekleyeceğim.



♥ Bir soru işareti gibiyim. Sorulanın ağırlığı altında boynu bükük, kırılgan...



♥ Gecenin en sus pus anında içimde yüksek oktavlı bir çığlık.Ve ben ağzımı her açtığımda dökülen sadece alfabenin en sessiz harfleri.



♥ Çarşafa dolandı yüzün; kaçak sevişmelerinde özlemimin.



♥ Mahsur kaldı gülüşünde gülüşüm.



♥ Hadise yürekte yaşanıyor ve olay mahalini terkedemiyor insan!



♥ İnfaz cümlemin başında öylece bekliyorum.
Faili meçhul de değilim üstelik.
Maktul failini bizzat tanıyor.
İlk defa da değil üstelik; aşk bunu her seferinde yapıyor!



♥ "Ben giderken en çok seni götürdüm." der ya hani şair.Doğruymuş. Gittin. Ben kalmadı senden geriye. Yarım kalmış bir aşkın yadigarı ortaya saçılan ruhumun kırıntıları. Ve şimdi fotoğraflarda adım hep hüzün...



♥ Anka kuşuna öykünür her yürek, küllerinden doğar. Kül olmanın acısını unutur; inadına yanar.



♥ Ters yüz edilmeli şimdi tüm yamalı umutlar.



♥ Ahh yarenliğim... Vakitsiz ritmimi şaştım. Şimdi senin yüzünde mahsun bir efkar, benimse atışımda içli bir hicaz. Yine de inanırım be yarenliğim! Bir gün senin yüzünde menevişler, ben de notaların en cıvıl cıvılı olacak.





♥♥♥ Nihaventin coşkusundan, hicazın efkarına bir ömürlük melodi gibi yaşanacak NİHAVETHİCAZ AŞK!...

9 Nisan 2009 Perşembe

SEN...

İçimde “ hayalkırıklığımın başkenti ”
Bir ucu yanmış sevda mektupları
sarmış kaldırımları.

Hiç okunmamış ve hiç yaşanmamış sevdalar...


Ve başıboş sokaklarda, bir serseri mayın yüreğim.
Bir ucuna özlemimi bağladığım uçurtmam
gökyüzünde rüzgarla dans ediyor.

Cebimde yine yarım kalmış kelimeler.


Suskunluğun çığlıkları arasında,
Sözleri kayıp bir ezgi dudağımda,
Gidiyorum!


Ve ben
Nereye gitsem yanımda
Seni taşıyorum.

Sen,
adını bilmediğim sevdam!

Sen;
yıllanmış baharları takınıp da üzerine gelsen!

Sen...

Ahh..

Gelsen ...




HER DEM BERABERE!

Bir gölge oyunu hayat.
Bazen; sen çok gerisindesin yaşanmışların.
Bazen; gölgen senden ötede.


Ebemkuşağını yakalamaya çalışmak gibi çaresiz
imkansızlıklar kovalamacası bu!


Anlamsız bir duvar yazısı gibi gelirken baktığımız,
koca metinlerde aramaya dalmışken cevapları ,
Zamansız yarım kalıyor şarkımız.


Oysa, unutuyoruz.
Satır aralarında saklıdır hayat.
Ve yarım kalmış şarkılar
Hayatı yeniden yazar.



Bir oyun bu!

Ne yazı
Ne tura,


Kazanan yok
Her daim berabere!

2 Nisan 2009 Perşembe

MASALCI RÜZGAR...

* Onlar çocuktular, büyümekten korktular.
Düşlere sarmaladılar yüreklerini;
Düş oldular...


* Evvel bir zaman içinde... Ellerin; toprak kokusu. Gülüşün yedi renge boyar gökkubeyi. Bakışında tazecik umut ve bir tutam kahkaha; peşi sıra düştün masalcı bir rüzgarın ardına.


Devlerin puslu gri masalında, senin masalın gökkuşağı inadına. Gel zaman git zaman masal bu ya; bir varmış bir yokmuş... Gelgitlendi masalın; bir vardı(n) bir yok oldu(n).


Gözlerim ne zaman hüznün emanetçisi oldu diye kendine sorarsan; “İnsan büyüdükçe hayalleri küçülür mü?”dediğin an.


* Bir uçurtma kanadında alabildiğine özgürdük, alabildiğine çocuk.


* Bir varmış bir yokmuş hayaller. Evvel bir zamanın içinde sıkışıp kalmışım.


* Bol koşturmacalı saklambaç saatlerinde daimi tentürdiyot acısı çocukluğum.


* Sürgün yedim masalımdan, gerçeklik diyarına. Umutlarım kaçak ben körebe. Göçebe ruhum yolculuk nereye söyle?


* Kendime susayan yanlarıma yağıyor yağmur. Usul usul, ince ince. Damlalar susuzluğumu ve suskunluğumu alsın istiyorum. Kana kana “ben” olmak istiyorum.


* İçimdeki ihtiyarlar heyeti ile içimdeki bücür hararetle tartışmakta! ( Bir ömürlük didişme devam ediyor ... )


* Sen yine de inan çocuk; sancıyan bir gecenin sabahında güneş düşlerine doğacak herşeye inat!

29 Mart 2009 Pazar

AŞK... SEN MİSİN ?

Karlı bir gün... Adam kışı kucaklamaya çıkmış sokakta yürüyor. "Aslında kış bahane" diyor içinden. "Belki belki o da çıkar kara.Ve kartopunu değil birbirimizi kucaklarız!Soğuğa karşın sıcacık..."



Parkın içinden geçiyor kadın.Çocuklar,oynaşan köpekler,sesler..."Soğuğa karşın sıcacık bir an"diyor,parkın bir köşesinden adamı izlemeyi sürdürürken.


Çocuk kahkahaları her mevsime ne güzel yaraşıyor diye düşünüyor adam aralarına karışırken. Kocaman bir kartopu yapmaya başlıyorlar kardan adam için. Minicik ellerle beraber gömülüyor kara adamın elleri.Avuçlarını sızlatan karın soğukluğu,yüreğini sızlatan kadının sıcacık gülüşü...



Karlar içindeki adamı izliyor kadın,yüzünde karın beyazlığına öykünen apaydın bir gülüş. "Aşk..." diye sesleniyor sanki. "Sen seçersen onu,suretini sarmalayıp AŞK olmasına SEN olmasına izin verirsen; sol yanımda çırpınıp duran şu yusufçuklar havalanacak göğe!"




Adam şimdi kardan adamın heybetine bakıyor oyun arkadaşlarıyla birlikte.İçinde yavaş yavaş yükselen bir ses yankılanıyor: "Anla artık!Susuzluk,suyu hayal etmekle giderilmez!"




Yankının içinden diline düştüğünün de,az önceki gülümseyen suratının değiştiğinin de,çocukların bu büyük oyun arkadaşlarının sözüne omuz silkip başka bir oyuna kaçıştıklarının da farkında değil.




Banka ilerleyip oturuyor.Gün batımının alacası gözlerine düşerken yumuşuyor yüzü. "Neden?Neden benden uzağa düşüyor adımların?" diye soruyor kendi kendine. Susuzluğunun doyumsuz hırçınlığı ve kırılganlığıyla tekrar tekrar.




Adamın dalgın halini izleyen kadın, fısıldayışını duymuşçasına cevabını tekrar ediyor. "Suyun hayaliyle susuz kalmak değil kanmadan kana kana içmek istedim ben. Aşka sadık bir aşığım yalnızca,anla beni"




Gözbebeklerinde renk cümbüşü yaratan güneşe dalmış adam, "Bakışın..." diye fısıldıyor. "Bakışın sanki şimdi üzerimdeymişçesine sıcakken, sözlerin neden bu kadar efsunlu? Bir anlayabilsem seni..."




Gün batıyor,gece lacilerini çekiyor göğe. Şimdi upuzun sessizlikte kelimelerin de, ruhların da şekilden şekile girdiği saatleri gösteriyor akreple yelkovan.



Adam ayaz kış gecesinde içinde kıpırdanan sıcacık iklime sarılıp doğruluyor banktan. Heybetli kardan adamına bir bakış fırlatıyor. "Halime gülüyor kendince hınzır." diye mırıldanırken; kadının göz hapsine düştüğünü farkediyor. Şaşkın yüzü, ayaza inat içinin yangınıyla bakıyor uzun uzun kadının yüzüne.



Dudağının köşesinde bir gülümseyiş, uzun uzun adama bakıyor kadın. Nice sonra,
"İyi geceler "'in sonuna bir öpücük iliştirip bırakıyor rüzgarın koynuna.



"Umarım rüzgar oynamaz benimle!" diye iç geçiriyor adam. Ya uçup giderse bu öpüş...


Kaç adım var aralarında?



Adımlar mı aceleci, yoksa yüreğin ritmimi?


İşte tam karşısında duruyor kadının!



İşte tam karşısında duruyor adamın!


"AŞK...Sen misin?" diyorlar adam ve kadın bir ağız.




Yüzlerinde karın beyazlığına öykünen apaydın bir gülüş. Rüzgar oyunbozanlık yapmıyor kadının saçlarını uçuştururken. Soluksuz bir öpüş hedefini şaşırmıyor bu kez...



21.11.2008








**Hikayedeki gibi “AŞK”’ın hiçbir isme, kişiye atfedilmemiş yalın halinin varlığına inanmak Don Kişotluk yapmak belki de. Ancak ne olursa olsun kahramanca bir iş, AŞKA AŞIK olmak! Tüm kahramanlara itafen...

28 Mart 2009 Cumartesi

Bir Ömürlük Mevsim


Kaç mevsim geçti; sol yanıma sen düşeli sevdiğim?...

Ben en çok, ellerim ellerinin arasında karşıladığımız mevsimleri sevdim. Aynı şehirde beraber ıslandığımız yağmurları sakladım gözbebeklerimde. Sensiz şehrimde yağan yağmurla firar ettiler.

İlkbahar, yaz, sonbahar, kış… Bir bir geçiyor mevsimler.

İlkbaharda yeşille raks eden kaç ağaç başımızı döndürdü? Yaz sıcağında kaçı gölge etti de bize; biz seyre daldık güneşin koynunda gizlediğimiz düşlerimizi.

Kaç sonbaharda kucak dolusu kuru yaprak topladık? Sonbahar koktu ellerimiz, odamız. Kuru yaprağın çatlamış dudakları, kaç dizemi fısıldadı sana süpriz diye gülümseyerek? Ve karşılığında gülüşünü çalarak dudaklarından.

Akça pakça kışlar tükettik. Nefesin yanıbaşımdayken ürpermezdim hiç. Gözümü takvimlere mıhlayıp; mevsimleri,ayları,günleri,saatleri çentik çentik işlemeye başlayalı beri kışlar ayaza kesti.

Bugün 3 Şubat Salı 2009 saat:00:54.

Kaç mevsim geçti; sol yanıma sen düşeli sevdiğim?

Ne ilkbahar, ne yaz, ne sonbahar, ne kış!

Sonbahar kokulu yaprakların arasına gizlenmiş ilkbahar yeşili aklımı çelen. Ona tutunuyorum sevdiğim.


Gözüm yolda beklediğim tek bir mevsim var artık; adı: VUSLAT…



Karanlığın içinde bir tek kalbimin pırpır edişini duyar ilerlerim; o koyu karanlığın beni çağıran sesine. Karanlığın tam ortasında bir ışık hüzmesi düşer üzerime, gözlerime...
Yüreğime düşer ışık! İçimde bir cümle uğuldanır:


"VEE PERDEE!"

Bazen kendimden bile sakladığım bir sır gibi, evimde olmanın coşkusu vardır içimde. Her defasında bir başka BEN dolaşır ışığın içinde. Dans eder ruhum. Ve yavaş yavaş sönerken ışık; içimde koşuşur durur muzur çocuk!

Tekrar karanlığın tam içindeyken, sesler sarıverir heryanı.
O an bir insan elinin çıkarabileceği en güzel ses gibi gelir alkış sesleri. Kimseler farketmese de yüreğin gibi al al olur yüzün. O gece, alkışları ve yüreğine düşen ışığı yorgan yapıverir üstüne öyle uyursun.

Şimdi uzun soluklu bir perde arasında gibiyim.


Yüreğime düşen ışığı düşlüyorum.

Sahneyi düşlüyorum, emek kokan yorgun geceleri düşlüyorum.

“İki direk arası bir hevesi”düşlüyorum...



Uyku tutmuyor!













...?




Hangi öykünün ardına saklanıyordu kadın?


Yaşamın hangi rengini anlatırdı gözleri?


Kimin hıncını alıyordu adam hayattan?



Tutkuyu mu,nefreti mi, sevdayı mı, yalanı mı anlatıyordu gözleri?


Çoktan seçmeli bir hayatın hangi şıkkıydı adam için kadın?



Ya kadın için adam?



Hangi mevsimi yaşardı kadın,adamın yüreğinde ?



Kadının gözlerindeki güze mi sevdalıydı adam ?



Cevapsız soruları ceplerinde yürüyordu bir kadın.



Yanında hayatının sorusu bir adam.



Cevapsız soruları koynunda yürüyordu bir adam.



Yanında güz kokulu bir kadın.




Yürüyorlardı...



Bir kadın...



Bir adam ...



Ve arada uzayıp giden soru işaretleri ...

24 Mart 2009 Salı

Veda

Durduğunu sandığımız zaman
öldüresiye akıp gidiyor.


Çiçekler kurumuş
Fotoğraflar solgun...


Her “merhaba”’nın
“hoşçakal” 'a dönüştüğü an;
suskunluğu bozma vakti.


Yağmura karışıp terkediyoruz;
tüm “biz”’li cümleleri.


“Ben”’in yalnızlığına sığınıyoruz.


Biz...


Yani sen ve ben!


Rehnedilmiş bir aşkın kokusu avuçlarımızda
Ayrılığı kucaklıyoruz.


Artık biz...


Yani;


Sen


Ve


Ben


bir ömür hüzün kokuyoruz.






Başkent





Yine veda vaktidir şehir.


Yine gitmektir bize düşen.


İki şehir arası
Gelgit bir yürek sinemizde


Ve bavullarda özlem.


Yollara düşme vakti şimdi.


Bırakırken arkada bir kenti,
Söylenecek tek söz:


Tüm dillerde bütün “hoşçakal”’lar
Sana armağanımdır Ankara!


İhtimalsizliklerimin başşehri...

Fondip



Bir kadeh buzlu rakı gibi
duruyor karşımda!


Anason kokusu....
ve düşler mezelere yandaş!



Sizi bilmem ama;
beni çarpıyor.
İster fondip, ister bir yudum hayat!...


Velakin...
Serserilik bu ya,
çakırkeyif yüreğim
fondip der inadına.


Heyhat!




yağmur...




İçimde tuhaf bir soru dönüp duruyor: Kendine susar mı insan?


Susar ya!

Büyürken adım adım uzaklaşırken kendinden; susarsın kendine delicesine hem de!


İçimde debelenip duruyorken beni oynayan figürana bakıyorum.


Küçükken “büyüyüp koca adam olmak” istemez miydik? Öyle ya büyüyünce özgür olacaktık ya,güçlü olacaktık ya,kafamızı bozana haddini bildirecektik ya...


Kendimize ne güzel bir masal yazmışız. Büyümek çözmüyormuş

hiçbirşeyi. Sorunlar küçücük kalmıyormuş bizim“büyüklüğümüz” karşısında!


Büyüyorum şimdi. Sorunlar devleşiyor sanki, ben unufak kalıyorum.


Susuyorum kendime delicesine hem de!


Ve şimdi...


Kendime susayan yanlarıma yağıyor yağmur! İnce ince... Usul usul...


Damlalar susuzluğumu ve suskunluğumu alsın istiyorum.


Kana kana “ben olmak” istiyorum!

KARDAN KALBİM





Kış kadar ayaza kesmişti kalbim,
adını yazana kadar üzerine.
Nasıl da ısıtıyordu içimi kardan kalbim kışa inat!


Kış mı çabuk geçti?
Senin adımların mı hızlıydı kalbimden geçerken?...

Eski bir fotografta
bir buruk gülüş lekesi gibi kalmış
adının baş harfi.


Ve ben;
bir kıştan diğerine yol alan
bir seyyahım şimdi.

Kimbilir?
Belki yine böyle bir kış,
bir başka aşkın kapısında olacak bu seyyah yürek!

Geçecek,
A'dan Z 'ye yaşanacak
giriş kapısı açık bir aşkın eşiğini...

Yine gel...



Dışarıda belli belirsiz bir ses... Penceremi tıklatıp kaçıyor davetsiz misafirim.

En çok da bu ansızın gelişlerini sevdim onun.

Hiç beklemediğim anda kimselere aldırmadan gelişlerini.

En çok bu özgür gezgin ruhunu sevdim onun.

Koşar adım fırlıyorum sokağa. Kucaklaşıyoruz. Sarıp sarmalasına izin veriyorum beni. Sarmaş dolaş yürüyoruz yol boyu.

Yanımızdan bir kaç aceleci adım geçiyor. Birkaç ısrarcı “Şemsiye 1 lira abla” çığırtkanlığına gülüp geçiyoruz birlikte.

Gezginimin yol öykülerini dinliyorum. Şehir efsaneleri ve isimsiz kahraman hikayeleri...

Zamanın hükmünün geçmediği bu yol arkadaşlığında kendi hikayemin kahramanlarını anlatıyorum ona. İçtenlikle dinliyor beni. Heybelerimizi bir bir boşaltıyoruz.
Sözcüklerimiz, kahramanlarımız, öykülerimiz birbirine karışıyor.

Ansızın gelip şehrimi ve beni arındıran dostumu, veda vakti geldiğinde içim huzur dolu uğurluyorum.

Ardından “yine gel” diye sesleniyorum gülümseyerek.

Üzerimde onun hediyesi mis kokulu bahar yağmuru damlalarından bir entari.


22 Mart 2009 Cumartesi

Uzun ince yol çizgileri...



(Yıllanmış gözleriyle süzer odasını. Derin bir ah çeker)



Ne ara kopup gitmiş bunca takvim yaprağı? Kaç göz açıp kapamada yanık tenli yazlar, akpak gelinlikli kışlar tüketmişim?...


(Doğrulup yerinden bastığı yeri incitmekten korkar gibi ürkek adımlarla pencerenin önüne yürür.)



Kaç gündoğumuna göz açtım? Kaç geceyi ağırladım sinemin baş köşesinde. Yıldızlı, yıldızsız...



(Pencere camındaki akisine bakar )



Yüzümde uzun ince yol çizgileri... Anılarımın sözsüz öyküleri...En coşkulu gülüşlerimin,en içli ağlayışlarımın, apansız şaşkınlıkların, keskin öfkelerin nakışları...



Zaman akreple yelkovan yarışıydı azizim. Zaman saat tıkırtısıydı. Ne vakit dipsiz bir kuyuya döndü? O dipsiz kuyu, ben yuvarlanan çakıl taşı.





Başını kaldırıp karşı duvara bakar.Usulca yürüyerek gelir duvarın önüne. Kendinden nakışlı ellerini gezindirir önce duvarda.Sanki dokunuşuyla o hale gelmiş gibi gelir duvar.Her bir çatlağı yaz sıcağında dudakları çatlamış kavruk tenli bir yumurcağı sever gibi okşar.

Nice sonra asılı duran anahtarı alır eline.Dolaptan özenle çıkardığı sandığının kilidini kavrar sıkıca.Ve uzun soluklu bir hasret sonrası kavuşan iki sevgili gibi buluşturur anahtarla kilidi.

Açılır sandık. Hazinesine daldırır ellerini. Bir mavi misket çıkarır elleri. Sonra o uzun ince yol çizgilerinin vesikalı tanıkları fotoğrafları...

Gözleri ışıl ışıl kucaklaşır ömrüyle!
Kuyusundan firar etmiş çakıltaşı; yakalar pusuda bekleyen akreple yelkovanı.

Paslı anahtarın sırtındaki koca bir ömrün yükü, mıh gibi asılı durduğu yerden çıkar. Gezinir odanın her köşesinde ve yüreğinde. Tazelenir sanki; kendi de hanesi de.


Derin bir oh çeker bu sefer.

Daha fırça eli değmemiş tertemiz tual gibi elleri, gezinir yeni boyalı duvarının üzerinde...



14 Mart 2009 Cumartesi

1 Mart 2009 Pazar

Monolog...


Aslında yazılacak çok şey var .

Belki de hiç yok!


Aslında ben varım buradayım ama;

belki de ben değilim aynadaki surat.



Ruhum geziniyor bilmediğim diyarların boş sokaklarında.



Ben hep bir çocuktum.

Çocuk olarak kalacağım.


Ya da çoktan büyüdüm.

Unuttum geçmişi.



Kimbilir?

Perdenin kapanmasına,oyunun bitmesine ne kadar zaman kaldı?



Belki de zaman, beynimde yankılanan saat tiktakları!

Ya da bize yaşamı kucaklamayı öğreten bir dost.



Güneşin doğuşu ile batışı arasında sıkıştım belki de.

Kaçacak yer yok!


Karanlığa lanet okumak kolay aydınlık içinde.

Ya onunla yüzleşmek?



Belki de;

en büyük korkum kendimim.

İçimde çığlıklar atan ben!



Belki de koskoca bir yalanı yaşıyoruz.

Kim seçti doğruları,yanlışları?

Benim gerçeklerim,kimin yalanları?



Peki nerde ruhumun diğer yarısı?

Ben nerdeyim?


Satır aralarındaki bir virgüllük nefes miyim?


Yoksa hayatın ezelden ahire tam metni miyim?



Geçmişimin ve geleceğimin senaristi kim?

Ben başrol oyuncusu muyum?

Yoksa bir figüran mı?



Varlığım ya da yokluğum umurunda mı dünyanın?

Benim sonum mu kıyamet denen şey?



Peki ya bunca soru ve diğerlerinin cevabı kimde saklı?



Hiç üşenmesem,

çıkıp öğrenebilir miyim yedi kat yukarı?



Yoksa aradıklarım içimde bir yerlerde de;

benim mi gözlerim kapalı?



27 Mayıs 1999 Perşembe


23 Şubat 2009 Pazartesi

Eskici...



Tüm gizli özneler ifşa olmuş.
Küfeler dolusu cümle,
susuş, ağlayış,
“ah keşke”
ve rengi sararmış anılar...
verilmiş eskiciye.


Devşiriyorum cümlelerimi bir bir.
Şimdi dökülüyor ezberbozan kalemimden
binlerce sesli,
çok sesli
ve sessiz harfim.


Bir de öksüz kalmış üç noktalarım.
Eskicinin mandallarıyla
yamalı hayatıma iliştirdiğim...


Haziran-2008