21 Mayıs 2009 Perşembe

Dostlara...

1.
Ne zaman seni ansam,
içli bir türkü sızlatır bamtelimi.

Ne zaman bir türkünün peşine takılsam
yalınayak,
sana çıkar yolum.

Ne zaman ah etse sol yanım,
adın düşer dilime.

Ne zaman
kah çay buğusunda,
kah şarap kızılında kavuştursak
sesimizi, sözümüzü...

Ben...
O zaman
BEN olurum!


2.
Yanan mum alevi gibi tükenirken gece,
kaç mısrayı mühürledik geceye?

Kimbilir kaç dizeyi dize getirdik de;
kalemimiz yüreğimiz dize gelmedi
geldi dile!

Ey Gece!...


Gece karalarına bürünmüş karşımda. Yalnızlıkla, hüzünle çıkagelmiş kol kola. Gece, ben ve hüznüm koyun koyunayız bugün.

Yalnızlığım aynadaki kederli suratla dertleşmekte. Hüznüm, çoktan solmuş bir takvim yaprağında kalmış anılarda gizli.

Gece, ağıtlar döküyor benim için.

Gökyüzü, ağlıyor omuzlarımda.


Ey gece!...


Yine zifiri karanlığında eyleşmektesin yüreğimle!

Beni bana bırak!..
Beni bana bırak!..



Zamanın atlısı yolunda dört nala!

Gecenin aymaz karasından, gün dönümünün aydınlığına...

Açılıyor işte sessizliğin perdesi. Sarınıyorum bedenime zırh gibi sessizliği. Solgun takvim yaprağını kapı dışarı etme vakti.


Ey gece!...

Acısına rağmen terkedilemeyen sevgili!

Bil ki, bu gün dönümü ile aldattım seni.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yüzünü Dökme Küçük kız...( Kardeşime...)

Yolunu kaybetmiş bir küçük yaprak düştü avuçlarıma.

" Solup gideceğim. Rüzgara kanışım ölümümdür!" diyen bir küçük yaprak...


Narin kıvrımları incinmesin diye ellerimden bir an olsun indirmedim. Baktım uzun uzun, ta ki hikayesini fısıldayana dek kulağıma.


Düşüşünü(mü) anlattı bana. Kabuk tutmaz sandığı acısını(mı) anlattı.
Gözyaşlarını görmüyorum sandı, oysa ellerim ıpıslaktı. Ve gözbebeğimin ucunda bir yağmur damlası...


Dinledim onu. Dinledikçe anladım kendi yolculuğumu. Ne kadar bendi anlattıkları. Anlattım ona. Bilerek, anlaması için zamanı olduğunu.


Birinden işittiklerimiz, bir yerde okuduklarımız anca içine düşüp yaşayınca anlam bulurdu. İzi kalmalıydı ki BİZİ oluşturabilsin.


Yalan sevmezdi küçük yaprak, en az benim kadar. O yüzden yalandan masallar anlatmadım ona. Umuda boyalı nice yarınları anlattım.


Kıpırdandı, omuz silkti avuçlarımda.


"Ben rüzgara kandım, kanıp düştüm. Düşüşüm ölümümdür. Benim yarınım yok ki." dedi defalarca. Kiminde mahcup, kiminde öfkeli...


Ona bakıp, gülümsedim.


Kaldırdım avuçlarımdaki küçük yaprağı semaya. Tepemizde dalları salınan ağacı fark etsin istedim. Gövdesine dokundum ağacın.


Bak küçük yaprak... Senin bir ömür kadar sevmeye meyilli yüreğin burda saklı!

Görmüyor musun, köklerin nasıl da tutunmuş toprağa?

Görmüyor musun, dalların rüzgarla bir dans etmeyi öğrenmiş?

Bak küçük yaprak senin özün bu salınan ağaç.

Bak, hemen yanı başındaki ben. Köklerimiz aynı toprakta sarmaş dolaş, görmüyor musun? Aynı yağmurla susuzluğumuzu dindiriyoruz.


Dinle bak, dudağımda senin için bir ıslık...

Yüzünü dökme küçük kız.

Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün,
Unutan sevilmeyi.

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır.

Yüzünü dökme küçük kız.
Kızma onlara.
Yalnız sen misin bir düşün,
Zincir oranda buranda
Her tutsağın bir kaçışı,
Uykunun uyanışı da vardır.

Yüzünü dökme küçük kız.
Yaşamın anlamını bul.
Sonra dinle kendini,
Yolunu bil

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır.


Yüzünü dökme küçük kız... Hüznün aynadaki suretim kadar tanıdık.

Yüzünü dökme küçük kız...

Seni seviyorum...

ABLAN



16 Mayıs Cumartesi / İkindi vakitleri...

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Gün ağarmalı

Umutlarım sürgün. Karanlığa köle prangalı düşlerim...

Soluğumu kesiyor gece ayazı. Her solukta yaşamı içime çekmeyi isterim oysa. Her nefes koskoca bir hayat demek.

İçimde bir fırtına kopuyor. Denizle kucaklaşan rüzgar benim! Silip süpürecek fırtınam . Bu defa bir kıyamettir kopacak!...

Derken;...

Deliboran fırtına çekiliyor, sessizliğin sinesine.Avunuyor yüreğim; kapanıp bir çocuğun yaralı ellerine.

Durmuşum umarsız. Durmuşum yolun ortasında. Durmuşum köşe başında hayatımın!

Yazı-tura oyunu mu oynamalı?
Bir adım atmak geleceğe, ya da sonsuz bir kaçış geçmişe.

O sokakların en kuytu köşesine kaçmak! Sol yanımın kuytularına kaçmak!

Oysa kaçtıklarımın bir yanı ben. Kendimden kaçmak, geceye karışmak acıtıyor içimi.

Güneş doğsun istiyorum! Gün ağarmalı ki, yollara vurayım kendimi.

Korkak oyunudur kaçmak!
Yaşamaya cesaret etmişim bir kez, korkmam kimseden!
Kendimden başka...

Bir de şu karabasan geceler olmasa, korkmam senden dünya!...



3 Nisan 2001

1 Mayıs 2009 Cuma

Islık...




Yarım kalan işler (düşler)...


Sebepsiz görünümlü , çoktan seçmeli sebepli dalışlar...



Denilecek çok sözün olduğu yerde, susuşlar...


Sözün bittiği yerde ıslık başlar...

Düşlere tutunup yağdı kar!



Çocukluğumuzun kar yağışlı, bol gülüşlü günlerinde kalmış gözümüz.
Düşlerimiz, düşecek ilk kar tanesini beklemekte. Saklıyoruz ayak değmemiş karlar gibi ak pak umutları, ceplerimizde bir tutam kahkaha ile!

Zaman zaman...



Heybemize ne çok düş sığdırdık çocuk adımlarla çıktığımız yolda.

Yollar tükettik. Düştük. Kanadı dizlerimiz.
Nerde yitirdik düşle dolu heybeyi ?

Yakaladık zamanın halesinden. Zaman herşeyimiz oldu bizden habersiz.
Biz zaman olduk, zaman biz!




YOL...



Kaç yol öyküsü kaldı geride?


Kaç yarım cümlesi saçıldı gidenin?

Kelime kelime...

Harf harf...



Kaçıncı kilometresinde terkedildi,

mahcup ve mağrur umut?



Yol,

ne zaman kucak açtı gelene?

GÜRÜLTÜCÜ yazı

“Tirik Tırak Tirik Tırak olur mu hiç çalışmamak...”☺


İçimde bu komik melodi, muzurca aynı sözü tekrarlıyor plak. Akreple yelkovan bilindik kovalamacada yine. Ve şimdi TİRİK TIRAKLARA saatimin TİK TAKLARI karışıyor.

İçimde bu gülmecenin bestesi, ben keskin bir dönemecin başındayım. Karşımda kaç çalımlık pes edip açılacağı meçhul bir kapı.

Ben yine de çalıyorum kudretim yettiği kadar! Cılız TAKTAKLARIM şimdi daha TOK nidayla sesleniyor kapıya ve kapının ardındakilere:


"Kimse var mı??!!"



** Çevreye vermiş olduğum rahatsızlıktan ötürü rahatsız değilim☺☺

Nisan





Nisanın avucuna koydum,


bir damla gözyaşımı.


Şehir sağanağa tutuldu!




25 Nisan 2009 Cumartesi