4 Kasım 2010 Perşembe

DÜŞÜN SESİ...



Bir kırık kalemin ucunda ruhunu azan edenim ben.

Avuçlarında yürek dolusu virgüllerle
sonsuz öyküler yazabilmek için
inadına çocuk kalabilme düşüyüm ben.


Masalcı rüzgarların peşine takılıp
kendi düşünün izini süren bir düşüm ben.

Evvel zaman içinde;
kelimelerin tennuresini giymiş
semah eden semazendim...

Şimdinin girdabında,
dilinin lalını sol yanının coşkun ritmiyle
yeniden aşka getirmeye çalışan bir toyum...

Bir varım, bir yokum.
Varlıkla yokluk arasında göçebeyim.

Şimdi sığınıp bir çınar altına
yüreğinin bam telini dinleyen bir pervaneyim...








 











AŞK HARBİ


Yaralıydım onunla karşılaştığımda.

Şaşkın,ürkek ve fazlaca incitilmiş
Guliver'iydim devler ülkesinin.
Uzun süredir sürgün ettiğim
küçük kızın pilili eteklerine tutunmuş yürüyordum.

Öyle derinlere gömmüştüm ki onca zaman acılarımı
içimdeki ummanın coşkun sularında boğuluyordum.

Kangren olmuş yaralarımın sızısıydı kalp atışım.
Ta ki sol yanımda isminin usulcacık fısıldayışını duyana dek…
 
Yaralıydı onunla karşılaştığımda.

İçinde sus pus olmuş küskün bir şairle yaşıyordu.
Her günü daha önce yazılanları yırtmakla başlayan
ve yeni bir güne kavuşamayan bir şair.

Mısraları yüreğini kavuran,şiiri yaratan aşka;
aşkı yaratan şiire küs bir şair.

Asmıştı şair;son dizesinde kalbini!
Öyle sanıyordu…
 
İki küskündük.
Yasaklı kelimemizdi aşk! Adımız AŞK olana kadar.
Yüreğimize konmuş Anka kuşu  çırptı kanatlarını!
 
Şimdi gökyüzünde salınma zamanı.
Şimdi siyahi gecenin kara çarşafından sıyrılıp
ebem kuşağına boyamalı dünyayı.
Şimdi yüreğimiz;sarınıp aşktan zırhını
harp etmeli kangren acılarla.
 
Yürekle beynin asırlık harbinde
zafer marşı sinende çalıyor bak!
Ne de olsa en usta devrimcidir   AŞK…
 
 
24 Eylül 2010 
 
 

KARALAMA DEFTERİM


Hiç düşünmezdim bembeyaz boş bir sayfanın
beni böyle ürküteceğini.Hiç kanatmamıştı ki
parmaklarımı kalemim.
 
Neden, diye sordum.Neden?...
 
“Küstüm dedi usulca.Ardından dökülüveren
siyahi üç noktalarla...
 
Sustum.Uzun uzun… Sustum,yüreğimden taşan mahcuplukla.
 
“Terk ettin beni dedi,keskin bir çığlık sıyırıp geçerken
sol yanımı.Konuştum senle gece gündüz.Fısıldadım,
haykırdım,türkü yaktım,ağıt oldum ama susmadım.

Sen!Sen kaçırdın gözlerini benden,kaçtın” dedi.
 
Lal oldum…
 
Gözümün feri,sol yanımın hayata  tutunan
atışlarıymış kelimelerim meğer.

Şimdi kurak bir çöl yalnızlığı içinde kimsesizim.
 
Yapma.Beni yetim koyma.Çürütür yokluğun ruhumu.
Nefes alışımsın soluksuz bırakma beni.
 
“Ruhunun yanı başına çöküp ağıt yaktın mı sen?
Cılız soluk alışverişleri çarptı mı yüzüne hiç,
dedi.

Gözyaşını içine akıtıp kuruturken göz pınarlarını;
sinendeki okyanusta çakıl taşı misali dibe çöküşünü
izledin mi?”
 
“Kağıt kesiği nasıl sızlatır bilir misin?

- Sayfaların bomboş bembeyaz girdabında
parçalandığından beri ruhum;
benden iyi kimse bilemez bu sızıyı.
 
Nasıl ihanet eder insan herkesten çok kendine!...

Kim olduğunu unutursan;ihanet yok edecek seni.
 
Kimim?Kim olmak istiyorum?
 
Sayfalar dolusu karalanmış cümlemi kucaklıyorum.
Ruhumun karalama defteriyle dertleşen
mürekkep lekesiyim
şimdi,
gözyaşımla yıkadığım…
 
17 Eylül 2010 Cuma