4 Kasım 2010 Perşembe

KARALAMA DEFTERİM


Hiç düşünmezdim bembeyaz boş bir sayfanın
beni böyle ürküteceğini.Hiç kanatmamıştı ki
parmaklarımı kalemim.
 
Neden, diye sordum.Neden?...
 
“Küstüm dedi usulca.Ardından dökülüveren
siyahi üç noktalarla...
 
Sustum.Uzun uzun… Sustum,yüreğimden taşan mahcuplukla.
 
“Terk ettin beni dedi,keskin bir çığlık sıyırıp geçerken
sol yanımı.Konuştum senle gece gündüz.Fısıldadım,
haykırdım,türkü yaktım,ağıt oldum ama susmadım.

Sen!Sen kaçırdın gözlerini benden,kaçtın” dedi.
 
Lal oldum…
 
Gözümün feri,sol yanımın hayata  tutunan
atışlarıymış kelimelerim meğer.

Şimdi kurak bir çöl yalnızlığı içinde kimsesizim.
 
Yapma.Beni yetim koyma.Çürütür yokluğun ruhumu.
Nefes alışımsın soluksuz bırakma beni.
 
“Ruhunun yanı başına çöküp ağıt yaktın mı sen?
Cılız soluk alışverişleri çarptı mı yüzüne hiç,
dedi.

Gözyaşını içine akıtıp kuruturken göz pınarlarını;
sinendeki okyanusta çakıl taşı misali dibe çöküşünü
izledin mi?”
 
“Kağıt kesiği nasıl sızlatır bilir misin?

- Sayfaların bomboş bembeyaz girdabında
parçalandığından beri ruhum;
benden iyi kimse bilemez bu sızıyı.
 
Nasıl ihanet eder insan herkesten çok kendine!...

Kim olduğunu unutursan;ihanet yok edecek seni.
 
Kimim?Kim olmak istiyorum?
 
Sayfalar dolusu karalanmış cümlemi kucaklıyorum.
Ruhumun karalama defteriyle dertleşen
mürekkep lekesiyim
şimdi,
gözyaşımla yıkadığım…
 
17 Eylül 2010 Cuma

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder