13 Haziran 2014 Cuma

VEDA...


Ben yandım...

Ben  korlar içinde  yanıp, teslim ettim ruhumu arş-ı semaya...

Ben  yandım....Küllerim savruldu şehr-i İstanbul'un semalarına.

İstanbul'dan  sevdasına  şahitlik  isteyen mecnun

bu sefer elleriyle  boğaza  savurdu küllerini sevdiğinin...

Son kez  dokundu.

Son kez öptü

Son kez...

Bu son veda..

karıştım rüzgara 

Ben yandım...






3 Şubat 2013 Pazar

SUSKUN


" Ruhuma bir taş atmış içimdeki köyün delisi. Değil kırk; bir akıllı bile bulunamamış çıkaracak."

diye fısıldayalı çok oldu ey suskun! Umman olmuşken sustukların ; nasıl da lal dilin?

Nereye akıtıyorsun zehrini? Kendi kendini zehirleyen akrepsin. Bu sefer doğruyu söylüyor sanırım burç yorumları.

Sıkıcı kelimeler işgal etmiş ruhunu. Saat tik takları arasında geçen hayatının hediyesi! Gülümseyen ses tonu eşliğinde söylenen repliklerin! Replikler... Düşlerini süsleyen sahne tozlu replikler değil bu seferkiler. Tek perdelik ama sonsuzluk kadar uzun gelen İŞ YERİ MAHKUMU  adlı oyunun rolünden bezmiş oyuncususun. Repliklerin esaretinin eseri.

Adın DÜŞ' tü  hani senin? Şimdi düşlerinden kaçıyorsun!
Masalcı rüzgarların peşindeki çocuk nerelerdesin?

İçindeki tek umut ışığın AŞKIN

Kurduğun yuvanın huzur dolu sığınağı nefes alabildiğin tek yer. Kapıdan çıkıp boğuşmak zorunda olduğun hayat cehennemi ise ruhunu kor ateşlerle sarmalamakta.

Hatırladıkça gülümsediğin hayallerin, hayalleriniz vardı oysaki. Daha masum daha mutlu bir hayat...
Modern zamanların en ulaşılmaz düşü! Ah be Don Kişot  ruhlum!



Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın
Kendin içindeyken kafan dışındaysa
Çaresi yok kardeşim
Her akşam böyle içip, kederlenip
Mutsuz olacaksın
Meyhane masalarında kahrolacaksın
Şiirlerle, şarkılarla kendini avutacaksın
Ya dışındasındır çemberin
Ya da içinde yer alacaksın






Kederinin tercümanı olmuş şair. Sen ise hala bir umut, çepeçevre çemberinden firari olabilme peşindesin.


*Yarenim:  "Dayanmak artık kolay değil. Bırakacak gibisin yarı yolda.Kalbim...Kalbim... Kalbim..." 
(Fikret Kızılok)
  

03.02.2013 





23 Haziran 2011 Perşembe

Serzeniş...


Akreple yelkovanın kıskacından kurtarabilsem kendimi,zembereğimden bir boşansam... Zamana,mekana,geçmiş ve geleceğe bağlı olmayan adsız bir gezgin olsam şimdi.

Rutinin esiri olmuş yanımı kurtarabilsem mahpushanesinden.Pusu kurmasa öfke nöbetleri. Düşlediklerimi, düşlemeyi bile unuttuklarımı sarsam sızlayan yaralarıma.
Çağlayanlar gibi coşup taşsa dilimden,kalemimden kelimelerim.


Ama naçar yürek inadına lal!

Demem o ki; ruhuma bir taş atmış içimdeki köyün delisi. Değil kırk; bir akıllı bile bulunamamış çıkaracak.

17.05.2011

2 Aralık 2010 Perşembe

Denize Özlem ...


Bir kez aldık mı hayatın tadını;vazgeçmek ne mümkün!
***

Hayat boyu sürecek mutlulukla ebe sobe oyunumuz.

Bazen düşse de süngümüz; gecenin kara koynundan sıyrılıp,
yeni günle yeni baştan başlayacak yolculuğumuz.

Varsın desinler;
gözyaşınız güçsüzlüğünüzdendir.
Bilmezler ki taş yürekler içinde en yüreklileriz.
Olsa olsa biraz deniz tuzu, acının tadı şimdi...
Olsa olsa denizdeki tuz taneciği gibiyiz hepimiz.
Derinliğin içinde sonsuz kadar çokuz;
acı tadına kanıp kendini tek zanneden..

Şimdi nerden çıktı gözbebeklerimde sağanak
diye sorma.
Olsa olsa deniz özlemindendir,
tuzlu gözyaşı taneciklerinin...


30 Kasım Salı 2010

4 Kasım 2010 Perşembe

DÜŞÜN SESİ...



Bir kırık kalemin ucunda ruhunu azan edenim ben.

Avuçlarında yürek dolusu virgüllerle
sonsuz öyküler yazabilmek için
inadına çocuk kalabilme düşüyüm ben.


Masalcı rüzgarların peşine takılıp
kendi düşünün izini süren bir düşüm ben.

Evvel zaman içinde;
kelimelerin tennuresini giymiş
semah eden semazendim...

Şimdinin girdabında,
dilinin lalını sol yanının coşkun ritmiyle
yeniden aşka getirmeye çalışan bir toyum...

Bir varım, bir yokum.
Varlıkla yokluk arasında göçebeyim.

Şimdi sığınıp bir çınar altına
yüreğinin bam telini dinleyen bir pervaneyim...








 











AŞK HARBİ


Yaralıydım onunla karşılaştığımda.

Şaşkın,ürkek ve fazlaca incitilmiş
Guliver'iydim devler ülkesinin.
Uzun süredir sürgün ettiğim
küçük kızın pilili eteklerine tutunmuş yürüyordum.

Öyle derinlere gömmüştüm ki onca zaman acılarımı
içimdeki ummanın coşkun sularında boğuluyordum.

Kangren olmuş yaralarımın sızısıydı kalp atışım.
Ta ki sol yanımda isminin usulcacık fısıldayışını duyana dek…
 
Yaralıydı onunla karşılaştığımda.

İçinde sus pus olmuş küskün bir şairle yaşıyordu.
Her günü daha önce yazılanları yırtmakla başlayan
ve yeni bir güne kavuşamayan bir şair.

Mısraları yüreğini kavuran,şiiri yaratan aşka;
aşkı yaratan şiire küs bir şair.

Asmıştı şair;son dizesinde kalbini!
Öyle sanıyordu…
 
İki küskündük.
Yasaklı kelimemizdi aşk! Adımız AŞK olana kadar.
Yüreğimize konmuş Anka kuşu  çırptı kanatlarını!
 
Şimdi gökyüzünde salınma zamanı.
Şimdi siyahi gecenin kara çarşafından sıyrılıp
ebem kuşağına boyamalı dünyayı.
Şimdi yüreğimiz;sarınıp aşktan zırhını
harp etmeli kangren acılarla.
 
Yürekle beynin asırlık harbinde
zafer marşı sinende çalıyor bak!
Ne de olsa en usta devrimcidir   AŞK…
 
 
24 Eylül 2010 
 
 

KARALAMA DEFTERİM


Hiç düşünmezdim bembeyaz boş bir sayfanın
beni böyle ürküteceğini.Hiç kanatmamıştı ki
parmaklarımı kalemim.
 
Neden, diye sordum.Neden?...
 
“Küstüm dedi usulca.Ardından dökülüveren
siyahi üç noktalarla...
 
Sustum.Uzun uzun… Sustum,yüreğimden taşan mahcuplukla.
 
“Terk ettin beni dedi,keskin bir çığlık sıyırıp geçerken
sol yanımı.Konuştum senle gece gündüz.Fısıldadım,
haykırdım,türkü yaktım,ağıt oldum ama susmadım.

Sen!Sen kaçırdın gözlerini benden,kaçtın” dedi.
 
Lal oldum…
 
Gözümün feri,sol yanımın hayata  tutunan
atışlarıymış kelimelerim meğer.

Şimdi kurak bir çöl yalnızlığı içinde kimsesizim.
 
Yapma.Beni yetim koyma.Çürütür yokluğun ruhumu.
Nefes alışımsın soluksuz bırakma beni.
 
“Ruhunun yanı başına çöküp ağıt yaktın mı sen?
Cılız soluk alışverişleri çarptı mı yüzüne hiç,
dedi.

Gözyaşını içine akıtıp kuruturken göz pınarlarını;
sinendeki okyanusta çakıl taşı misali dibe çöküşünü
izledin mi?”
 
“Kağıt kesiği nasıl sızlatır bilir misin?

- Sayfaların bomboş bembeyaz girdabında
parçalandığından beri ruhum;
benden iyi kimse bilemez bu sızıyı.
 
Nasıl ihanet eder insan herkesten çok kendine!...

Kim olduğunu unutursan;ihanet yok edecek seni.
 
Kimim?Kim olmak istiyorum?
 
Sayfalar dolusu karalanmış cümlemi kucaklıyorum.
Ruhumun karalama defteriyle dertleşen
mürekkep lekesiyim
şimdi,
gözyaşımla yıkadığım…
 
17 Eylül 2010 Cuma

21 Mayıs 2009 Perşembe

Dostlara...

1.
Ne zaman seni ansam,
içli bir türkü sızlatır bamtelimi.

Ne zaman bir türkünün peşine takılsam
yalınayak,
sana çıkar yolum.

Ne zaman ah etse sol yanım,
adın düşer dilime.

Ne zaman
kah çay buğusunda,
kah şarap kızılında kavuştursak
sesimizi, sözümüzü...

Ben...
O zaman
BEN olurum!


2.
Yanan mum alevi gibi tükenirken gece,
kaç mısrayı mühürledik geceye?

Kimbilir kaç dizeyi dize getirdik de;
kalemimiz yüreğimiz dize gelmedi
geldi dile!

Ey Gece!...


Gece karalarına bürünmüş karşımda. Yalnızlıkla, hüzünle çıkagelmiş kol kola. Gece, ben ve hüznüm koyun koyunayız bugün.

Yalnızlığım aynadaki kederli suratla dertleşmekte. Hüznüm, çoktan solmuş bir takvim yaprağında kalmış anılarda gizli.

Gece, ağıtlar döküyor benim için.

Gökyüzü, ağlıyor omuzlarımda.


Ey gece!...


Yine zifiri karanlığında eyleşmektesin yüreğimle!

Beni bana bırak!..
Beni bana bırak!..



Zamanın atlısı yolunda dört nala!

Gecenin aymaz karasından, gün dönümünün aydınlığına...

Açılıyor işte sessizliğin perdesi. Sarınıyorum bedenime zırh gibi sessizliği. Solgun takvim yaprağını kapı dışarı etme vakti.


Ey gece!...

Acısına rağmen terkedilemeyen sevgili!

Bil ki, bu gün dönümü ile aldattım seni.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Yüzünü Dökme Küçük kız...( Kardeşime...)

Yolunu kaybetmiş bir küçük yaprak düştü avuçlarıma.

" Solup gideceğim. Rüzgara kanışım ölümümdür!" diyen bir küçük yaprak...


Narin kıvrımları incinmesin diye ellerimden bir an olsun indirmedim. Baktım uzun uzun, ta ki hikayesini fısıldayana dek kulağıma.


Düşüşünü(mü) anlattı bana. Kabuk tutmaz sandığı acısını(mı) anlattı.
Gözyaşlarını görmüyorum sandı, oysa ellerim ıpıslaktı. Ve gözbebeğimin ucunda bir yağmur damlası...


Dinledim onu. Dinledikçe anladım kendi yolculuğumu. Ne kadar bendi anlattıkları. Anlattım ona. Bilerek, anlaması için zamanı olduğunu.


Birinden işittiklerimiz, bir yerde okuduklarımız anca içine düşüp yaşayınca anlam bulurdu. İzi kalmalıydı ki BİZİ oluşturabilsin.


Yalan sevmezdi küçük yaprak, en az benim kadar. O yüzden yalandan masallar anlatmadım ona. Umuda boyalı nice yarınları anlattım.


Kıpırdandı, omuz silkti avuçlarımda.


"Ben rüzgara kandım, kanıp düştüm. Düşüşüm ölümümdür. Benim yarınım yok ki." dedi defalarca. Kiminde mahcup, kiminde öfkeli...


Ona bakıp, gülümsedim.


Kaldırdım avuçlarımdaki küçük yaprağı semaya. Tepemizde dalları salınan ağacı fark etsin istedim. Gövdesine dokundum ağacın.


Bak küçük yaprak... Senin bir ömür kadar sevmeye meyilli yüreğin burda saklı!

Görmüyor musun, köklerin nasıl da tutunmuş toprağa?

Görmüyor musun, dalların rüzgarla bir dans etmeyi öğrenmiş?

Bak küçük yaprak senin özün bu salınan ağaç.

Bak, hemen yanı başındaki ben. Köklerimiz aynı toprakta sarmaş dolaş, görmüyor musun? Aynı yağmurla susuzluğumuzu dindiriyoruz.


Dinle bak, dudağımda senin için bir ıslık...

Yüzünü dökme küçük kız.

Bırak üzülmeyi
Yalnız sen misin bir düşün,
Unutan sevilmeyi.

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır.

Yüzünü dökme küçük kız.
Kızma onlara.
Yalnız sen misin bir düşün,
Zincir oranda buranda
Her tutsağın bir kaçışı,
Uykunun uyanışı da vardır.

Yüzünü dökme küçük kız.
Yaşamın anlamını bul.
Sonra dinle kendini,
Yolunu bil

Her siyahın bir beyazı
Gecelerin gündüzü de vardır.


Yüzünü dökme küçük kız... Hüznün aynadaki suretim kadar tanıdık.

Yüzünü dökme küçük kız...

Seni seviyorum...

ABLAN



16 Mayıs Cumartesi / İkindi vakitleri...